Ruhsuz duman, eskiden kervansaray olan kuruyemişçiler çarşısının konik kümbetleri altından hareket ederek tarihi binanın eşiğinden dışarıya süzülüyordu. Kervansarayın sonunda oturan birkaç hamal, yağlı tenekede ağaç yakıyor ve eğer cesaret ederlerse bazen de ellerini, Üzerlerindeki battaniyenin altından çıkararak çekirdek kırıyorlardı. Hemen arkalarındaki mezara benzeyen yerde duran kişilerse kuruyemiş makinesinde ay çekirdeği kavuruyordu. Duman ve sis birbirine karışmış, kar yağışı ise o an için durmuştu.
Şu sıra çok fakirim. Dün José’ye bir kutu Küçük Köpekler için Milk Bone Flavor Snacks getirttim. Köpeğim –High Pockets adı– elli kilonun üstünde. Onu boş yere kaygılandırmak istemedim, o yüzden José’den şehirde büyük köpeği olan kuzeninden bir avuç Büyük Köpekler için Milk Bone Flavor Snacks ödünç almasını istedim (büyük şans, çünkü Kolombiya’da hangi boy olursa olsun Milk Bone Flavor Snacks bulmak güçtür.) High Pockets’i Büyük Köpekler için Flavor Snacks’le Köpek Beslenme Çılgınlığına sokup sonra çaktırmadan Küçük Köpekler için Flavor Snacks vermeye başladım. High Pockets şayet Flavor Snacks’inin boyutlarının küçüldüğünü fark ettiyse hile bunu kendine sakladı, ama ben kutudan bana bakan lanet Pekin köpeğine, ya da her ne cins ise, her bakışımda içim kararıyordu. High Pockets hayat tarzımızdaki köklü değişimi nispeten rahat karşılamıştı. Kafasını okşayınca, güzel bir sözle, hatta yukarıda sözü geçen Küçük Köpekler için Milk Bone Flavor Snacks’le morali hemen düzeliveriyordu. Şaşırtıcı bir direnme gücü ve sevecenlik gösterdi. Muhtemelen bizim mali düşüşe geçeceğimizi önceden görüp kendini buna hazırlamıştı. Bu sıkıntılı zamanlarda onun iyimser Dünya Görüşü bana sürekli bir teselli kaynağı oluşturuyor. High Pockets’in atalarından hiçbirinin öyle pek kuçulara özgü mülkiyeti olmamış diye düşünüyorum, bu da, hiç değilse kısmen, onun paraya karşı takındığı amansendeci tavrını açıklayabilir. Zengin gibi bir görünüşü… Kozmik…
Buz kesmiş ellerini birleştirdi ve ovalamaya başladı. Sessiz ormanda düzgün tempoda ilerleyen kuru bir ses… Hava, bir bahar günü için kabul edilemeyecek derecede soğuktu. Bu işi bitirdikten sonra, daha sıcak bir yere taşınacaktı. Ancak şimdilik buradaydı ve güneş batmaya başlıyordu. Kız her an gelebilirdi. O zaman soğuğun bir önemi kalmayacaktı. Yakında elleri sıcacık olacaktı. Avuç içlerine üfledi ve The Long and Winding Road1‘u mırıldandı. Bu şarkı, onu her zaman gülümsetirdi.
Yabancı, Şubat ayının başlarında, yılın son karının yağdığı soğuk bir kış günü, keskin bir rüzgârın ve şiddetli bir karın altında, yaylaların oradan, göründüğü kadarıyla Bramblehurst3 İstasyonu tarafından, kalın bir eldiven giydiği elinde küçük siyah bir bavulla yürüyerek gelmişti. Baştan aşağı sımsıkı sarınmıştı, yumuşak fötr şapkasının kenarları burnunun parlayan ucu dışında yüzünün tümünü gizliyordu; kar omuzlarının ve göğsünün üstünü kaplamış ve taşıdığı bavulun üzerinde beyaz bir tepecik oluşturmuştu.
“BİR AŞK MACERASININ başında insan kendine “Neye dalıyorum?” ya da “Nereden çıkıyorum?” diye sorabilir: Bu onun nasıl biri olduğuna, geçmişi mi geleceği mi tercih ettiğine bağlı. Her girişin aynı zamanda bir çıkış olduğunu söyleyen sağduyudur.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 1877 yılında Antalya’nın Elmalı kazasında doğdu. Aslen Burdur’un Gölhisar kazasına bağlı Yazır Köyü’nden olan babası Numan Efendi, küçük yaşta köyünden ayrılıp Elmalı’ya gelmiş, orada okumuş ve Şer’iyye Mahkemesi’nde Başkatip olmuştu.
Yıl 2034. Dünya harabeye dönmüş. İnsanlık neredeyse tamamen yok olmuş. Radyoaktivite yüzünden yıkılan kentler yaşanmaz hale gelmiş. Anlatılanlara göre, kent sınırlarının dışında uçsuz bucaksız, yanmış, ıssız topraklar ya da balta girmemiş sık ormanlıklar uzanıyor. Ama hiç kimse orada ne olduğunu bilmiyor. Uygarlık bitmiş. İnsanlığın bir zamanlardaki yüceliğine ilişkin anılar artık masallar ve söylencelerle yayılıyor.
Artyom ürperdi. Sınırın 700 metre ötesindeki tüneli gözlerinin önüne getirdi. Sadece düşünmek bile insana dehşet veriyordu. Kuzeye doğru 700 metreden sonrasına kimse cesaret edemiyordu. Devriyeler drezinlerle 500 metreye kadar gidiyorlar, projektörle sınır direklerini aydınlatıyorlar, ancak anormal bir şeyin sürünerek yaklaşmadığına iyice emin olduktan sonra hızla geri dönüyorlardı. Gözlemciler bile -nöbet tutan adamlar, eski deniz piyadeleri- 680 metreye geldiklerinde duruyorlar, sigaralarının ateşini elleriyle gizleyerek, gece dürbünlerinden gözlerini dikip etrafı kolluyorlardı. Sonra da tünelden gözlerini ayırmadan ya da arkalarını dönmeden, yavaşça ve sessizce geri dönüyorlardı. Nöbet tuttukları yer, 450 metrede, sınır direklerinden yaklaşık 50 metre uzaklıktaydı. Sınır kontrolü günde bir kez yapılıyordu, son teftiş de henüz birkaç saat önceydi. Şimdi en son nöbetleriydi ve belki de devriyenin ürküttüğü yaratıklar, sonuncu kontrolden bu yana daha da yaklaşmış olmalıydılar. Ateş ve insanlar bu yaratıkları kendine çekiyordu. Baskı Yılı: 2010 Dili: Türkçe Yayınevi: Gürer Yayınları Metro 2033 e-kitap indir
“İnsan âşık olarak doğar. Onun ilk aşk nesnesi onu kucağına alıp sütünü ve gülücüklerini eksik etmeyen kişidir. Hayatının geri kalanı, bazen tatmin edici (Mutlu aşklar vardır!), fakat genellikle tam tersi trajik bir sonla bitecek uzun bir aşk arayışından ibaret olacaktır. Karmaşık bir ilişki içinde olanlar da dahil hiç kimse aşktan başka şey düşünmez. Aşk insan soyunun gerçeğidir; belki hayvanlar da âşık olabilir fakat onlar bunu ifade etmek için kelimelere sahip değildir. Âşık olma hali bizim bir başkasına olan arzumuzun sınanmasıdır; bu başkasının varlığını ve onunla alışverişi gerektirir.
“Neresinden bakarsanız bakın, sıçmış durumdayım. Bu benim değerlendirmem. Sıçtım. Hayatımın en harika iki ayı olmasını beklediğim sürecin sadece altı gününü yaşayabildim ve gerisi tam bir kâbusa dönüştü. Bunu kimin okuyacağını bile bilmiyorum. Herhalde eninde sonunda birisi bulacaktır. Kim bilir, belki bundan yüz yıl sonra falan.